3 Aralık 2011 Cumartesi

Kore filmlerindeki hırçın kız karakteri gibisin hayat!


Hayat Kore filmlerindeki hırçın kız karakteri gibi;  sert, acımasız, huysuz ve aksi. Kuytusuna çekilmiş insana çomağını sokmaktan geri kalmıyor. O çomağa tutunmak isteyen bitap düşmüş elleri acımasızca kesiyor çoğu zaman. Tüm gücünle kaçarken, en derin yalnızlığınla baş başa kalmak isterken buluyor seni, gösteriyor yine o sert yüzünü.

Hayat Kore filmlerindeki hırçın kız karakteri gibi sert ve acımasız ama bir o kadar da tatlı ve güzel. Tek gülümsemesiyle unutuyorsun bütün acılarını. Sonsuz mutluluk denilen şey budur belki de. Acımasız tekmeler yesen de karanlıktaki siluetine, yine de tutuyorsun aydınlığa çıkmak için kanlı ellerinle bir yerlere, bir şeylere. İşte öyle hayatın sert yüzüne katlanamazsan hiç bir zaman o tatlı yüzünü hak edemiyorsun.

Pes ettim demek yok!



 Hayat Kore filmlerindeki hırçın kız karakteri gibi. Bazısına sert yüzünü gösteriyor bazısına tatlı yüzünü. Kimisi güzelliğini görmek istiyor hayatın kimisi ise sadece çirkinliğini.

11 Eylül 2011 Pazar

Hepimiz Maskeliyiz! ''Gaksital''


Bir diziyi daha sonlandırdık. Gaksital izledikten sonra derin boşluğa düşeceğiniz dizilerden. Öyle bağlıyor ki kendine 'ee şimdi ne izleyeceğim ben' diye kalakalıyorsunuz ortada. Özellikle 16 bölümlük dizilerden bile sıkılan biri olarak Gaksital'in hiç bir bölümünde sıkılmadım bu benim için çok önemliydi ki bu yazıyı yazmamı sağlayan etkendir.

Keşke biraz daha uzatsalardı dediğim ilk Kore dizisi olma özelliğide de taşıyor Gaksital. Müzikleri, cesaretli senaryosu ile ve en önemlisi tatmin eden finali ile enlerim arasına girdi diyebilirim. Biliyorsunuz Kore senaristleri final yapma özürlüsüdür bu bir gerçek. Gaksital beni finali ile memnun etti, 'boşuna mı o kadar bölüm izledim' hissini yaşatmadı. Ayrıca bölüm sonlarını hep öyle bir yerde bitirdiler ki bir sonraki bölümü büyük bir merakla ve küfürle bekledik.

Oyunculara gelirsek oscarlık performanslar vardı. Deli karakteriyle izlediğimiz Shin Hyun jun (Lee Kang San) beni büyüledi adeta. Onun 'Kang To yaa' diye sevimli bağırışı kulaklarımdan uzun zaman silinmeyecek sanırım. Bu arada Murat Han ile benzerliği belki sizinde dikkatinizi çekmiştir, Türkiye şubesi diyebiliriz.



Joo Won (Lee Kang To) bu dizi ile bir çok kızın oppa listesine üst sıralardan giriş yapmış bulunmakta. Gaksital'in gamzeli oyuncusunu bundan sonra bende sıkı takip edeceğim. Jin Se Yeon (Mok Dan) ise kocaman gözleri ile diziye renk kattı. Ana karakterlerden çok yan karakterleri daha çok sevdim sanırım ben. Oyunculuğu baz olarak söylersem en sevdiğim karakterler sırasıyla: Shunji, Lee Kang San, Goiso, Ueno Rie ve Katsuyama.

Park Ki woong (Kimura Shunji) bu isme ayrı bir parantez açmak gerekecek. O ne müthiş bir performanstı be abicim. Bence en zor olan karakterin üstesinden fazlasıyla gelmiş, duygusal gelgitlerini çok iyi yansıttı. Ayakta alkışlanacak bir performanstı. Müthişti müthiş! Başka söze gerek yok.




Goiso'nun 'kı kı kı' sırıtışı, Ueno Rie'nin 'Katsuyama' çağırısı, Gaksital'in kafa kıran flütü, Kimura Kenji'nin yayık ağzı, Kang To'nun 'naga ba' deyişi, Shunji'nin dayak yiyip bayıldıktan sonra ayılıp son sürat düşmanını kovalama çalışma sahneleri, Murayama'nın ses tonu, Kimura Taro'nun bıyığı. Kont Lee Shi ve kontesin 'yoboo yoboo' kurlaşması.




Gaksital çok özlenecek. İzlemeye değer bir dizi, kaçırmayın.

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Umutsuz Korkuluk



Geceler de yine tekim. Düşüncelerime karşı koymaya çalışıyorum. Hiçbir şey olmuyor bu sefer korkuyorum Bu sefer düşünmeye bile korkuyorum. İlk defa aklımı kullanmaya çalışıyorum, kalbimi mantığın altına almaya çalışıyorum. Beynim kalbimle çelişiyor. Bir an dimdik ayakta dururken savunmasız bırakıyor beni. Mutluluk kopu veriyor çığlar gibi, ölüp duruyor neşem ve yeniden başlıyor ruha yolculuk, dur desem de durmuyor o zayıf noktadan yüz bulup yine aklımı çeliyor.


25 Ağustos 2011 Perşembe

Nell / 넬

                   
    Uyarı: Bu grupta karın kaslı yakışıklı Oppa bulunmamaktadır. Hadi şimdi dağılın!

 Evet-tt! Oppacılardan kurtulduğumuza göre anlatmaya başlayabilirim. Güney Kore'nin en iyi rock grubunu sizlere tanıtmak istiyorum. Bilen biliyordur tabii ama eminim bilmeyen, keşfedemeyen birçok kişi vardır. Özellikle K-Pop rüzgarına kapılan genç arkadaşlarımızın. Çok iyi olmayan Hallyu starlarının peşinde umarsızca koşan küçükler umarım gözlerini açabilirler ve biraz olsun karın kasından başka önemli şeylerinde olduğunun farkına varabilirler.

 Nell (넬) Güney Koreli bir indie rock grubudur. 1999 yılında kurulan grup 4 üyeden oluşmaktadır. Tüm şarkılar grubun Vokalisti Kim Jong-wan tarafından yazılmaktadır.

 Nell şarkılarını dinlerken müthiş keyif alıyorum. Jong wan sesiyle alıp beni 'uzak' diyarlara götürüyor. Şarkılarında genelde karamsar bir hava var. Ama çoğu zaman huzur var. Mutluyken enerji veriyor, hüzünlüyken ağlatıyor. Eochaeupi Keureon Keo parçasını kaç defa dinledim bilmiyorum ama bir ömür boyu şikayet etmeden dinleyebilirim. Yaptıkları işin çok değerli olduğuna inanıyorum. Nell dinlerken içinizde bir şeylerin haykırdığını hissedeceksiniz. Neyi istiyorsanız o!

En sevdiğim şeylerden biri vapurda Nell'in Go şarkısısını dinlemek. Mutlaka yapın, gülümsediğinizi hissedeceksiniz. Ruhunuzda dalgalanan her duyguya bir ad konulacak. Gözlerini kapat ve sadece hisset. Rüzgarı hisset. Nell ağlarken güldürür.

Nell'in konserlerinde çok net görebileceğiniz bir şey var, gerçek müzik. Makineleşmiş müziğe karşı Nell sunduğu müzik, farkını ortaya koyuyor. Bu canlı konseri izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.



Grup üyeleri
Kim Jong-wan (김종완) : Vokal, Gitar, Klavye
Lee Jae-kyung (이재경) : Lead guitar
Lee Jung-hoon (이정훈) : Bass guitar
Jung Jae-won ( 정재원)  : Davul


                                  En sevdiğim parçası: Eochaeupi Keureon Keo (어차피 그런거)
Let's Take a Walk - (2007
Separation Anxiety - (2008)
The Trace (EP) - (2008)
Slip Away - (2012)


Ve 4 yıl aradan sonra gelen muhteşem bir albüm daha. 'Slip Away' uzun zamandır bu albümü bekliyordum, Nell yine hayranlarının beklentilerini fazlasıyla karşıladı. Hiç bozulmadan devam ediyor. 10 parçalık albümde
benim favorim 'Go' şarkısı defalarca dinlenebilecek bir şarkı daha üretmiş. Sahi Nell'i dinlemeyen kaldı mı? Dinleyin, dinletin.!

Bir de 'The Day Before' parçasına klip çekildi.


Nell son olarak 'Newton’s Apple' ile dinleyicisinin karşına çıktı. Her yeni albümünde farklı bir müzik tadı bırakıyor kulaklarımızda. Beklentilerimizin hep üstüne çıkmayı başarabiliyor. Gerçek müziğin hakkını her defasında dinleyicisine derinden hissettirebiliyor. Teşekkürler NELL.

Albümün en beğendiğim parçaları:
3. 타인의 기억
 4. 침묵의 역사 
11. Sunshine




7 Ağustos 2011 Pazar

Kahkahalar Ülkesi



Her adım attığımda geriye gidiyormuşum meğerse. Geleceğe dair umutlar beslerken ben içimden, yok oluyormuşum karanlığın en ıssız köşesinde. Melankoli girdabında boğulup gitmeyi kabullenmek bundandı belki de.

Belli belirsiz silüetler beni yokluğun ortasında acımasızca boğarken yüzler ve ayaklar görüyorum sadece.  Düştüğüm her çelmede, en gıcık ses tonuyla kahkahalar duyuyorum kulakları sağır edercesine.

Adı bilinmeyen zamansız mekanların birinde ölü bulunmuşum. Silüetler beni acımasızca boğmaya devam ediyor ucu bucağı olmayan yoklukta. Son bir canım kaldı hissediyorum. Cesaretim ve takatim yok son kez ayağa kalkmaya, gözlerimi ellerimle kapatıp, bir ömür boyu sağır taklidi yaparak yokluğa karışmak yeni bir başlangıç olacaktı benim için belki de...


Bugün sana gülmeyeceğim hayat.  Oturup kahkahalarını izleyeceğim sessizce, 
Kahkaha sesin hüzünlü melodim olacak.  Beraber ağlayacağız hayat.




8 Temmuz 2011 Cuma

Dear Cloud / 디어 클라우드

Uzun zamandır dinlediğim bir grupu tanıtacağım. Aslında bu grubu kendime saklayıp sonsuza dek dinlemeyi düşünüyordum ama daha fazla tutamadım. Grubun adı Dear Cloud (디어 클라우드) Koreli indie rock grubu. Last.fm'den aldığım bilgiye göre Coffee Prince adlı Kore dizisinden bilinen Kim Jae Wook grubun en yakın arkadaşlarından biriymiş ve grubun Ice Fortress adlı klibinde oynamış.

Grup 5 üyeden oluşuyor. Grup üyelerinin isimleri ve görevleri şu şekilde;
(Yukardaki resme göre soldan sağa doğru sıraladım)

Gitar: Yong Rin (용린)
Klavye: Jong A (정아)
Vokal: Nain (나인)
Bass: Irang (이랑)
Bateri: Kwang Sok (광석)

İnsanı rahatlatan ballad türünde şarkılardan hoşlanıyorsanız eminim bu grubu seveceksiniz. Tarzlarına en yakın olan grup Nell diyebiliriz. Pop'tan sıkılanlar için K-Rock iyi bir alternatif. Birbirinin kopyası şarkıları son yıllarda sıkça görüyoruz. Birçok şarkının tınısı nerdeyse aynı.K-Pop malesef kendini yenilemekten öteye gidemiyor. Hemen çullanmayın birkaç çok iyi isim var fark yaratan aklıma gelen ilk isim tabi ki Big Bang! Keşke herkes onlar kadar özgün olabilse...

İndie müzik severlerin mutlaka dinlemesi gereken gruplardan biri. Nell oldukça tanınır bilinir oldu, ancak Dear Cloud'da onun kadar tanıtılması, bilinmesi ve dinlenilmesi gereken bir grup. Dinleyin pişman olmayacaksınız.







Dear Cloud şimdiye dek 4 albüm çıkardı.Dört albümünde de belli bir kalite var..İlk albümleri grubun adını taşıyan Dear Cloud ile 2007 yılında yaptılar.

1. Albüm – Dear Cloud indirmek için tıklayın.

Dear Cloud 28 Ekim 2008'te ikinci albümleri olan Grey'i piyasaya sürdü. Putakhae,Lip,Neujeun Honjatmal gibi birçok sevilen parçanın altına imza attı.
2. Albüm – Grey  indirmek için tıklayın.

2010 yılında 6 şarkılık 'Take The Air' albümü ile 2 yıllık suskunluklarına son verdiler. 
3.Albüm -Take The Air indirmek için tıklayın.

Dear Cloud  Bright Lights albümünü 2011 yılının ortalarında  dinleyicileriyle buluşturdu.
4.Albüm -Bright Lights indirmek için tıklayın.






5 Haziran 2011 Pazar

Kamuflaj Tavırlar


Belirsiz, nerden geldiği ve nasıl oluştuğunu bilmediğim bir hüzün, yabancı değilim bu duyguya alıştım. Artık iyice farkına varıyorum. Bazen bir filmde, bazen melodilerde gün yüzüne çıkıyor bu gizli hüzün.


Depresif hali değil basit bir duygusallaşma değil bu, daha güçlü daha derin bir yerlerden geliyor. Sebebini asla bilemediğim bir yerlerden geliyor. Bunu nasıl anlatabilirim?


  İsyankar, mutsuz, asi, sürekli sorun çıkartan bir 'çocuk' gibi görünüyorum belki birçoğuza. Neden gülmüyorsun? Haydi çık şu halinden türünden gibi tepkilerle karşılaşıyorum. Ama bu mümkün olmuyor çoğu zaman polyannacılık oynamak yerine kendimle yüzleşip düştüğüm bu kuyudan çıkmak beni daha güçlü kılar felsefesiyle hareket ediyorum.. Dibe vurmalıyım ki yeniden yükselebileyim.


Yalnızlık benim için problem değildir çoğu zaman ama bazı anlar gelirki yenik düşerim işte, ağır gelir yalnızlık baş edemem. Anlatamam bazı şeyleri, çözülecek problemler değil ki anlatayım. İlla çözümü olmak zorunda mı sanki. Hüzün zaman zaman deli dalgalarla gelir, gönlümün kıyısına vurur.

Reelde çok gülme diye uyarı alırken sanalda çok 'ağlama' diye uyarı almak da çok ilginç, durumumu
özletliyor. Gülüşlerimin arkasındaki hüznü kimse anlayamadı şimdiye kadar hoş anlamasınlar diyedir bu kamuflaj tavırlar.






 

29 Mayıs 2011 Pazar

Castaway on the Moon - Kim'in Adası





 Bu hafta izlediğim bütün filmler güzel çıktı. Onların içinden sıyrılan bir komedi filmini Castaway on the Moon'u anlatmamak, önermemek olmaz.Jae-yeong Jeon'u yine bir komedi filmi olan Welcome to Dongmakgol filmi ile tanımıştım. Orda da muhteşem bir iş çıkarmıştı. Komedi filmlerinde oldukça başarılı. Favorim aktörlerimden bir tanesidir. Kim'in Adası filminin İMBD puanı 7.8.Benim puanım ise 9. Film Kore'de 728,273 izleyici sayısa ulaşmış.



  Kim adlı bir adam hayatın sıkıntılarına daha fazla dayanamaz ve Seul'de köprüden han nehrine atlayarak intihar etmek ister. Uyandığında kendini nehrin içindeki bam adası'nda bulur. Önceleri adadan kurtulmak için birçok yolu deneyen Kim, bir müddet sonra nehrin yanından geçen gemilerin kendisini görmemesi için saklanır. Peki Kim'in kararını değiştiren şey nedir, bunu neden yapmaktadır? 

  Kim adada yaşam mücadelesi verirken nehrin karşısındaki binaların birinde odasından dışarı hiç çıkmayan bir genç kız onu dürbünüyle takibe alır ve aralarında ilginç bir iletişim başlar.

 Odamdan hiçbir şey
için çıkmama gerek yok.
Birkaç tıklamayla her şeye
kolayca sahip olabiliyorum.
Gerçek olup olmaması önemli değil.
Bunu belirleyen gelen cevaplar.
İnternette istediğim kişi olabilirim.

  Aralarında ki iletişim gitgide kuvvetleşir ve yıllardır içine kapanan genç kızın odasından dışarı çıkmasına sebep olur.Peki ona bunu yaptıran, onu Kim'in adasına iten gücün, duygunun nedir?

Onu iki aydır izliyorum.
Burası benim mini uzaylı web sayfam.
Bu sayfa, sadece benim penceremde açık.
Bu uzaylı, çok utangaç.
Pisliği seviyor.
Maceracı.
Tam bir kaçık.
Ve börülceli erişteye karşı özel bir ilgisi var.
Bu yalnız uzaylının dünyasına...
ben de davet edilir miyim acaba?

  Küçük şeylerden nasıl mutlu olunur, hayatın anlamı, umut nedir gibi şeyleri öğretiyor insana. İzlediğim bir filmi tekrar izlemem ama bu filmi kesinlikle birdaha izleyeceğim. Filmin ilk bölümünde çok güldüm. Uzun zamandır bu kadar güldüğüm bir film hatırlamıyorum. Öyle ki kahkalarımdan rahatsız olan annem yanıma gelip ne izliyorsun diye sordu. Kaçırmayın diyorum ^^

"Kimse olmadığı zaman yalnızlık da hissedilmez."

Dipnot: A-sosyal kızı canlandıran Ryeo-won Jeong' hayran kaldım. İnanılmaz bir oyunculuk oldukça da tatlı. Hemen takibe alıp Two Faces of My Girlfriend filmini izledim zaten. ShinMinAh'a bir rakip geldi :P

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Hello Ghost - Merhaba Hayalet


 Aslında bloga başlarken film-dizi-müzik tanıtımları yapmak aklımda yoktu ama blogun yönünü daha fazla Uzakdoğuya çevirmenin vaktinin geldiğini düşünüyorum. Bu yüzden izlediğim film ve dizileri de bundan sonra paylaşacağım.Biraz yüzeysel anlatmaya çalışacağım fazla ayrıntıya girmeden.İzlemeyen arkadaşların merakı kaçmasın. ^^




  Bugün izlediğim 'Hello Ghost' filmini sıcağı sıcağına yorumlayayım.My Sassy Girl 'den tanıdığımız Tae-hyun Cha'ı tanımayanınız yoktur.Yine muhteşem bir iş çıkarmış.Bu rolü ondan başka biri oynayamazdı sanırım.Bunun yanında diğer oyuncularda işlerini iyi yapmışlar.Filmin İMBD puanı 7.1 fakat kesinlikle daha iyisini hak ediyor.Ben filme 10 üzerinden rahatlıkla 9 verebilirim.Film Kore'de 3,042,021 izleyici sayısa ulaşmış.


Çocukken beni arayıp soran kimse yoktu.
Adımı bilmeyen pek çok kişi var ama...
benim adımı hatırlayıp da..
beni çağıran kimse yoktu.
Yetiştirme yurdunda büyümüş bir çocuk olarak..
bu şekilde, yalnız başına çok uzun zamandır..
elimden geldiği kadar iyi yaşamaya çalıştım.
Yine de hiç kimsenin hatırlamadığı dünyadan bıkmıştım.

 Film bu sözlerle başlıyor.Çocukken ailesini bir trafik kazasında kaybeden Sang Mang yalnız başına büyümüş biridir.Ve ölümü bir kaçış olarak düşündüğünden intihar teşebüslerinde bulunur fakat başaramaz.Bu süre içinde etrafta hayaletler görmeye başlar.Bu hayaletler Sang Mang'ın bedenine girerek konuşurlar ve Sang Mang zor durumlarda kalır.

 Soluğu Şaman'ın yanında alan Sang Mang hayaletlerden ancak onların dilediği şeyleri yaparsa ve onları bu dünyadan gitmeye ikna ederse kurtulabileceğini öğrenir.Bunun üzerine 4 hayaletin isteklerini teker teker yapmaya çalışır.Çeşitli badireler atlatır ama 4 hayaletinde isteğini sonunda yerine getirir,
 ve şöyle der;

Bütün dileklerinizi yerine getirdim gitmiyor musunuz?
Ufaklık...
Sinemayı da izledin, gitmiyor musun?
Hey, sapık...
Ben sana kamerayı getirmek için nezarete bile
düştüm gitmiyor musun?
Hey, tiryaki...
kimsesi olmayan ben karakola bile düştüm bu
yeterli değil mi? Gitmeyecek misin?
Ağlayan Teyze...
yemek çok güzeldi, bulaşıkları ben yıkarım.
Bütün dileklerinizi yerine getirdiğime göre...bana da ihtiyacınız yok.
Artık yeter...gidin lütfen...


  Buraya kadar komedi olarak gelen film bundan sonra inanılmaz bir drama dönüşüyor. Film başlarda gülmekten ağlatıyor sonlara ise sadece ağlatıyor.Kore sineması bunu sıkça kullanır. En iyi örneklerinden biride bu filmdir.Hah tamda moralim yerinde geldi diyecekken ağlamaklı bir ifade ile buldum kendimi.

 Filmin Finali tahminimin çok çok üstünde ve oldukça etkileyiciydi..Bittikten sonra bir süre ekrana öylece bakakaldım.İzlemediyseniz kaçırmayın diyorum.




İnsanların en çok ne zaman öldüklerini biliyor musun?
Sollal, Chuseok festivalleri, yeni yıl böyle günlerde...
yalnız oldukları için.
İnsanlar yalnız oldukları halde zorlansalar da yaşıyorlar ama..
ama böyle günlere gelip de...
herkesin çok mutlu olduğunu görünce...
o zaman düşünüyorlar ki,
''Yalnızca ben böyle günlerde yalnızım galiba.''





21 Mayıs 2011 Cumartesi

Osaman ile Uzakların Ritmi 'After School'


 Son günlerde dinlediğim, dinlemekten büyük zevk aldığım şarkıları, şarkıcıları sizlerle paylaşmak istiyorum. Ee Uzakdoğu'nun sadece sineması ile değil her öğesiyle ilgilenen ,benimseyen insanlarız sonuçta. K-Pop dünyanın  iddialı pop sektörlerinden biri. Kendine ayrı bir dünya oluşturmuş bir sektör. Diğer Asya ülkelerinden çok öndeler pop konusunda ama Rock konusunda ise Japonların önde olduğunu söyleyebilirim. Neyse konu dağılmadan tanıtıma başlayayım ^^ 

 After School'u çoğunuz bilir. K-Pop'un önde gelen kız gruplarından.9 kişiden oluşuyor. Kızları da şirin mi şirin. Şu ana kadar 5 single albüm çıkartmışlar. Her albümde mutlaka bir hit şarkı bulunmakta. Ah, Because of You,Bang!, Someone is you, Virgin bunlardan bazıları.Kliplerinde ki bacak şovları dikkat çekiyor. Bu Korede erkek hayranlar kazanmanın en basit kuralı olsa gerek. K-Pop'da diğer bayan şarkıcılarda bu yola sıkça başvuruyor. Tabii biz bunlarla ilgilenmiyoruz :P


 Özellikle 'Ah' klibini izlerken şu çocuğun yerinde olmak vardı şimdi 'Ah ulan ah' şeklinde içerlerken buluyorum kendimi. 30sn dikkat diyorum başka da bir şey demiyorum. Ah benide etkisi altına almaya başlamış sanırım, bu kurnazlıkları işe yarıyormuş. Ama şarkı harika insan yerinde duramıyor izlerken ve dinlerken.^^


 After School bu kadar iyi pop şarkıları çıkartırken slow tarzında ki şarkılarıyla da dikkat çekiyor ve diğer gruplarla olan farkını ortaya koyuyor.  Because Of You bu anlamda en beğenilen şarkılarından bir tanesi.

 Happy Pledis albümünün 'Someone is you' parçası grubun sadece deyim yerindeyse kopmalık şarkılar yapmadığının göstergesi niteliğinde.

 Son albümünde ise bu tür parçalara rastlamak yine mümkün.


 Bütün albümlerini indirmenizi tavsiye ederim.Link konusunda sıkıntı çeken be-pu'lar osaman61@gmail adresinden bana mail atabilirler.

Elimden geldiğince sizlere Uzakların ritmini getirmeye çalışacağım. Yeni sanatçılarla görüşmek üzere ^^

Justin biber hayranı oppacı Koreciler.


Son günlerde dikkatimi çeken ve beni fazlasıyla rahatsız eden bir durum hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Uzak doğu kültürü ile ilgileniyoruz. İnsanlarını, kültürlerini, dillerini ve sinemalarını araştırıyoruz takip ediyoruz. Bazılarımız bunu abartmadan yerinde bilinçli bir şekilde yapıyor, bazılarının ise ne ile ilgilendiklerini,  ne yapmaya çalıştıklarını anlayamıyorum özellikle 'Justinci ergen Kore hayranları' olarak adlandırdığım kitleyi.




Çok ilginç bir hal almaya başladı ve bundan inanılmaz derecede rahatsızım. Bu kitle Facebook'da inanılmaz derecede etkili. Soyadına Koreli ünlü ismi getirenler, her gün yüzlercesi açılan saçma sapan sayfalar, gruplar, etkinlikler, avatarlarda ki kaslı yakışıklı Koreli erkekler, Bu 'oppalar' üzerinden yapılan anlamsız saplantılı muhabbetler. Böyle uzar gider.  Kore'yi överken kendi insanını, değerlerini afedersiniz itin kıçına sokan zihniyetler var ki onların ağzına kürekle vurup, kafalarını sürtmek lazım duvara.




Ben bu kitleye Kore hayranı demek istemiyorum. Onların hayran oldukları ve ilgilendikleri tek şey Koreli erkekler. Film izlemeden önce cast'ta yakışıklı gördükleri biri yoksa filmi izlemezler. Sesi çok güzel olsada, şarkıcı- grup üyeleri yakışıklı değilse dinlemezler. Yani 'oppa merkezci' düzen onların ki. Burada eleştirdiğim konu 'oppacı' zihniyettir. Kesinlikle çok küçük yaşta olup, çok bilinçli olan fanlar var. Bir de yaşını başını almış olupta bu işlerin alasını yapanlar var ki onlar ayrı bir konu. Ha bir de ben bunları dile getirdiğimde 'Ee efendim kıskanıyorsun ondan diyorsun' diyenler var, el insaf derim.

Bu durum Uzak Doğu kültürünü tanımayan insanları da uzaklaşırıyor. İtici bir hal almaya başlıyor. Artık Kore hayranıyım diyince bile 'ergen etiketi' yiyebilirsiniz. Bu kitle beni de ciddi şekilde Kore'den soğutmaya başladı. Hani diyorum bazen eskisi gibi mi olsaydı her şey. Azdık falan ama iyiydik be.

12 Mayıs 2011 Perşembe

İkigami ve michishirube!



 Son zamanlarda izlediğim en iyi dramlardan  birt anesi oldu. Bir Felsefe öğrencisi olarak farklı bir göz açısıyla görmeye çalıştım filmi, sürekli filmin içinde dalıp biryerlere gittim ve geri sarmak zorunda kaldığım anlar oldu. Senaryosu muhteşemdi.

   Ulusal refah adı altında insan öldürmek ne kadar doğrudur? İnsan son bir günü kaldığını öğrense geri kalan zamanını nasıl geçirir? Sürekli bunları düşündüm. Japon sineması ütopik filmleri çok iyi tasarlıyor , senaryo konusunda Güney Kore sinemasına göre öndeler bana kalırsa. Velhasıl kelam sözü fazla uzatmadan izlemeniz gereken bir film diyorum.

 Michishirube'i unutmak olmaz. Michishirube filmde sokak şarkıcılığından sahnelere yükselen Tanebe Tsubasa'nın son şarkısının adı. Şarkı beni inanılmaz etkiledi The classic'ten sonra hiçbir filmin yapamadığını yaptı .. gözlerden süzülen göz yaşları..

 O şarkının sahibi olan  PhilHarmoUniQue adlı japon şarkıcısını araştırmaya koyuldum. Sesi tam aradığım türden bir ses. Bulabildiğim albümlerini indirdim ve inanılmaz hoşuma gitti. Dinlemek isteyen arkadaşlar için paylaşacağım.




PhilHarmoUniQue -  michishirube

PhilHarmoUniQue - Yasashi Hibiki~Kagayakeru Basho

PhilHarmoUniQue -  HarmoNium

18 Nisan 2011 Pazartesi

Özledim.

  Özledim..Özledim lise yıllarımı. Derseler ki lise yılları nı özleyeceğini tahmin ediyormuydun diye kesinlikle evet derdim.. Bunu da sıkça dile getirmiştim vakti zamanında okulda. Lise 4 yıl olmasaydı hayatımın en güzel yılını geçiremeyecektim. 20 yıllık hayatımda yaşadığımı, var olduğumu hissettiğim tek yılı tadamayacaktım.

  Üniversite hayatı, ortamının bana göre olmadığını düşünüyorum. Lisede kurulan o saf arkadaşlık duygusunun yerini çıkar almış. İleriki yaşlarda bazı gerçekler fark edildiğinden, dünyanın o kadar da masum olmadığı görüldüğünden sanırım bu. Keşke hiç büyümeseydim diyorum çoğu zaman. (herkes gibi)

 Liseli ruhu başkadır, belli kuralların açığı aranır, sistemin izin verdiği ölçüde haylazlık yapabilirsin. Ama benim olduğum arkadaş grubu için sanırım bu geçerli değildi biz sistem falan dinlemedik zaman zaman başımız çok ağrıdı ama yaptığım hiçbir şey için pişman değilim. Bazen okul meceraları aklıma geliyorda aynaya dönüp bakıyorum şimdiki halime ve iç geçiriyorum gözlerim dolarak 'Nereden nereye be Osman'.

  Lisede ki son senemi çıkarırsam geriye kocaman bir hiç kalır. Klasik bir lise öğrencisiydim ev-okul arası kısır bir döngü bilirsiniz işte. Duvar dibindeki en arka sırada tek başına oturan kişi rolündeydim o zamanlar, tıpkı şimdi olduğu gibi. O yılların acısını son sene fazlasıyla alabildim diyebilirim. 7 tane çok iyi arkadaş edindim. Yaklaşık 30 kişi olan sınıfta herkesin bir rolü vardı. Durup dururken parlayan şizofrenik Elvan, başını test kitaplarından kaldırmayan sınav stresine girmiş Neziş, kız kankası Eray, hoca yalakası Emre, kendini beğenmiş kızı Ayşenur ve nicesi.. Herkes rolünü çok iyi oynadı , en nefret edilesi tipleri bile özledim.

  Aslında özlediğim en çok şeylerden biri ise okul formaları, o kıravatı yarıya indirip takmayı çok özlemişim sonra müdürü görünce boğazını kesercesine sıkmayı. Okul forması altında çirkin görünen birçok güzel kızı kaçırmışlığım vardır ama bana kalırsa bir kıza en çok yakışan kıyafet lise formasıdır. Bu fantezi değil yanlış anlaşılmasın. Belki de öyledir herneyse...

 Yapmayı en çok özlediğim şeylerden biri ise birbirimizden para çalıp kantinden simit alma anlarıydı. Sonra o simiti alan kişinin peşinden koşardık bütün tenefüs o simiti kapmak için. Parça pinçik olan o simitin tadını hiçbir şeye değişmem. Bir seferin de cüzdanını çaktırmadan çaldığımız arkadaşımızın parası ile herkese simit almıştık cüzdanını çaldığımız arkadaşımız dahil. Onun 'hangi enayi lan o' deyişini ve senin dediğimizde ki surat ifadesini hiçbir zaman unutamam. Aslında anlatacak birçok anım var ama buraya sığacak, burada anlatılacak türden şeyler değiller.

 Hala görüşüyormusun bu dostlarınla diye soracak olursanız, hepimiz birçok ile dağıldık, eskisi gibi bağımız yok ama hala sıkça görüştüğüm 3-4 arkadaşım var. Öyle ki hafta sonları Adana'ya geldiğimde buluşuyorum birkaçıyla, oturup saatlerce geçmişi yâd ediyoruz. Anılarımızı taze tutuyoruz.









 Öss stresinin baş gösterdiği, milletin deli gibi ders çalıştığı , hocaların ders işlemek yerine test çözün dediği dersleri böyle değerlendiriyoruz.



 Edebiyat dersini kütüphane de işlemek isteyen hoca o bizi ozamanlar pek tanımıyordu.Sıkılmamak için herzaman deli bir fikrim vardır.Organize yeteneğim yok denecek kadar azdır ama iş bu tür şeylere gelince üstüme tanımam.




 Din dersi her zaman matrak geçmiştir.Genelde kıravatları sonuna kadar sıkar, gömlekleri pantolon içine koyar inek öğrenci imajı oluştururduk bu derste. Sınırları zorlamışlığımız çoktur. Dünya tatlısı bir hocamız vardı. Derse takke getirip adidas amblemi çizen arkadaşıma burdan selam olsun ^^





 İlk defa gireceğimiz Öss için pek heyecanlı görünüyoruz değil mi?







Talibi çıktı ama fiyatta anlaşamadık. Gerçekten söylediğimiz kriterler geçerliydi.












 Dersi çalışmış olsan bile sadece kopya çekmek için kopya çektiğim günleri özledim. Şimdilerde ise gözümün içine sokulan kopya kağıtlarına bile bakmıyorum. Yoklama fişini çalmayı özledim, topluca dsipline gitmeyi, son ders yoklama defterini almaya gelen kıza laf atmayı, nöbetçi öğrenci olduğum da sınıfa gelip ''arkadaşları müdür bey çağırıyor'' yalanı ile dersten kaçırmayı özledim. Derste anlamsız sesler çıkarmayı, hoca sınıfa gelmeden önce sınıfta sınav iptal naralarını duymayı , hocanın bir hikaye anlatmaya başlayıp dersi kaynatmasını, saatlerce süren manasız tartışmaları özledim. Coğrafya hocamızın sınıfın erkeklerini toplayıp anlattığı erotik hikayeleri dinlemeyi özledim. Boyumuzu aşan duvarlardan atlayıp dersi kırarken yakalanma korkusunun verdiği adrenalini özledim.

16 Nisan 2011 Cumartesi

(3) Türkiye'de Kore hayranı olmanın zorlukları.

 Türkiye'de Kore hayranı olmanın zorlukları adlı yazımın üçüncüsü sizlerle paylaşıyorum. İçerik olarak biraz değişse de bu başlık altından yazıma devam etmeyi uygun gördüm.

  Aslında bahsettiğim sorunlar, zorluklar sadece Kore için değil bütün çekik gözlüler için genellenebilir durum. Ülkemiz de azımsanmayacak kadar anime tutkunu olduğunu düşünüyorum dolayısıyla Japon hayranı. Aslında benim de Uzakdoğu sinemasına yönelmemin sebebidir Japon animeleri. Death Note ve 'L' karakteri ile çekik hayranlığım filizlendi diyebilirim. Neyse lafı fazla uzatmadan konumuza dönelim.



 Bir Kore hayranı olarak karşılaşabileceğiniz, başınıza gelebilecek en zor anlardan birinden bahsedeceğim şimdi. Genelde yolda yürürken, çeşitli etkinlikler yaparken sağda solda çekik var mı diye şöyle etraf bir  kolaçan edilir. Eğer radara bir çekik gözlü yakalanmışsa hemen sohbet etmek için usulca yanına gidilir. Eğer arkadaşlarınız yanınızdaysa onlara gerçek bir Kore hayranı olduğuzu göstermek için büyük bir fırsattır bu. Hafif çekingen bir tavır ile ve büyük bir neşe ile (evet ikisi aynı anda :) 'Anyonghaseyoo' ooları uzatmak kaydı ile Korece selam verilir. Buraya kadar herşey çok güzeldir.Etraftaki insanların meraklı bakışları üzerinizdedir, gayet cool bir ortam vardır. Arkadaşlarınız size hayranlıkla izler. Ancak bu ortam, verdiğiniz selama karşılık 'hıııııı?' diyen ve meraklı gözlerle sizi izleyen çekik şahsın nereli olduğunu anlatmaya çabası ile son bulur. Eğer bu kişi Türkçe cevap verirse demeyin halinize. Bu durum karşısında ne diyeceğini ve ne yapacağını bilemeyen Kore sever, hiçbir şey demeden oradan hızla uzaklaşır.Ne diyelim bir daha ki sefere inşallah. :P

Anlatmak istediğime yakın bir durum. :P




3 Şubat 2011 Perşembe

''Yalnız insan güçlü insandır''



İnsanlar yalnızlıktan korkar. Bence yalnızlıktan değil kendisinden korkar, kendini tanıyamamaktan, anlayamamaktan, yetemememekten ve en önemlisi düşünceleriyle baş başa kalmaktan korkar. Peki gerçekten zor mudur yalnız olmak, anlatıldığı kadar dehşet verici midir? Bu kadar kötümser bakmamak gerek belki bu konuya. 

Hep bir başı dayanacak omuz arar insan, korkar. Hüzünlü günlerin yalnızlığında yalnız olmak acı verir insana, daha da zorlaşır zaten ağır olan yalnızlık. Peki dayanacağımız omzu nasıl bulacağız? Bu sorunun yerine yalnızlığımızla nasıl mutlu olacağımızın yanıtını bulmaya uğraşsaydık, daha mutlu olurduk belki de.

Beni yalnızlığa iten birçok geçerli sebep var. Belki de hiçbir sebep yok, ben istiyorum bunu çünkü hoşuma gidiyor. Yanımda biriyle yürümektense, yolda tek başıma yürümek daha çok hoşuma gidiyor. Kulağımda  ki hüzünlü melodilerle tek başıma yürümek, yollara sığmayan kalabalık arkadaşlara inat daha çok haz veriyor bana. Yalnız yemek yemek, yalnız film izlemek el ele tutuşan sevgililere inat daha çok mutlu ediyor beni. 

İnsanlara ihtiyaç duymadan yaşamak hiçbir zaman yalnızlık değildir, onlardan sana veremeyecekleri şeyleri istediğinde asıl o zaman yapayalnız hissedersin. Arkadaşlıklarını, dostluklarını, sevgilerini istediğinde. Tek başına becerebildiğin işler sana güç verir. En azından gece yastığa kafanı koyduğunda kendinden kaçamayacaksın, bu korku niye?

Başa çıkabildikten sonra gerçekten güzeldir yalnızlık. Korkmamak gerekir. Anlatmak istediğim, kastettiğim yalnızlık; kendini hayattan soyutlayıp müslüm dinleyip bilekleri jiletlemek değil.  Hissettiğim bir ergen hüznü bir liseli arabeski değil. 


Yalnızlık güzeldir be sadece adı çıkmış.





Haunters / Psychic / 2010

Bir Türkü Kore filminde göreceğim hiç aklıma gelmezdi. Enes Kaya akıcı Korecesiyle filmi renk katmış. Türk geleneklerini oldukça iyi yansıtan Enes filmde başrol oyuncusunun 2 yakın arkadaşından biri, öyle  ezik bir karakteri canlandırmıyor.


Yönetmen: Min-suk Kim
Yapım Yılı: 2010
Süre: 114 Dakika
Dil: Korece
İzleyici Sayısı: 2,151,102
Ülke: Güney Kore
Tür: Aksiyon | Komedi | Fantastik | Gerilim
Görüntü: Renkli
Altyazı: Gömülü

Oyuncular: Kang Dong-Won-Cho-In
Ko Su -Im Kyu-Nam
Enes Kaya-Ali
Abu Dodd-Boba
Jung Eun-Chae-Young-Sook
Byeon Hie-Bong-Jung-Sik


 Link

31 Ocak 2011 Pazartesi

Mudori / Moodori / 2006


Türü : Komedi , Dram
Gösterim Tarihi : 21 Eylül 2006
Yönetmen : Lee Hyeong-seon
Senarist:Choi Jong-goo
Altyazı : Gömülü
Oyuncular :
Park In-hwan, Choi Joo-bong, Seo Hee-seung Seo Yeong-hee, Lee Hee-do, Oh Jeong-se, Kang Gi-hwa, Lee Min-jeong, Jeong Kyeong-Ho , Yu Seung-Mok , Lee Ju-Hyeon , Lee Seung-Hyeong, Lee Jeong-Ho , Ahn Jae-Hong, Jung Jae-Jin, Lee Suk, Park Hyun-Young

Özet
Moodori, Gangwondo'da bulunan perili bir köydür. İnsanların yerini bile bilmediği bu köy, cinayet sitesi işleten bir adamın Moodori yakınlarındaki intihar ile tanınır. O günden sonra Moodori köyü intihar işlemek için en yaygın yer haline gelir.

Ün kazanan köyde yaşayan üç ihtiyar, ölülerden yararlanmaya başlar.



Oldukça eğlenceli bir film izlemenizi tavsiye ederim.
 
Link





28 Ocak 2011 Cuma

Canın Çıksın!



 Hayatta en çok nefret ettiğim şeylerden biri bir kızın bana 'canım' diye hitap etmesidir. Nedeni nedir diye soracak olursanız öyle çok özel bir sebebi yok. Belki de çok basit ve sıradanlaştırılmış oluşundandır. Hele ki yeni tanışdığım bir bayan bana 'canım' diye hitap ediyorsa kendime küfredilmiş gibi hissediyorum.





The Man From Nowhere / Ajussi

Yapım: 2010 ~ GüneyKore
Tür: Aksiyon, Dram
Yönetmen: Jeong-beom Lee
Oyuncular Bin Won, Hyo-seo Kim, Hee-won Kim, Sae Ron Kim, Seong-oh Kim, Tae-hun Kim, Thanayong Wongtrakul
Senaryo: Jeong-beom Lee
Yapımcı: Seong-wu Gim, Tae-hun Lee


Konusu
Tae-sik'in hayatının anlamı sadece küçük bir kız olan So-mi'dir. So-mi'nin annesi bir uyuştucu örgütündedir. Tae-sik bir yolunu bulunca hem Hyo-jeong'u hem de So-mi bu örgütün elinden kaçırmak ister. Ama planlamadığı birşey vardır oda bu örgütün liderleri olan iki kardeş Man-sik ve Jong-sik. İki kardeş eğer Tae-sik onların istediği şeyi yaparsa Hyo-jeong ve So-mi'yi serbest bırakacaklarını söyler. Tae-sik, So-mi'yi bu kötü dünyadan kurtaracaktır. Bu dünyada bir lider daha vardır Mr. Oh, Tae-sik bunu ortadan kaldırmalıdır. Ama tutuklanır. Aynı sırada, Hyo-jeong'un bağısakları çıkarılır. Tae-sik bunu öğrnir ve So-mi'nin hayatının tehlikede olduğunu düşünerek karakolda polislerde dövüşür ve kaçar. Şu anda bir kaçaktır, Man-sik ve Jong-sik'in peşlerine düşmüştür. Onları takip ederken organ mafyasının elinde olan ameliyat edilmeyi bekleyen çocukları bulur ve So-mi'nin ölmüş olabileceğini düşünür. Kendi hayatını riske atarak savaş ilan eder.






Link
Megaupload
http://www.megaupload.com/?d=ZEF687S1



2010 yılının en iyi Kore filmi dersek kimsenin itirazı olmaz heralde. İlk 10 listeme rahatlıkla girer. Başrolde ki 'Won Bin' uzun zamandan sonra sinemaya dönüş yaptı. Bu film ile birçok genç kızın 'oppa' listesine girdi  şimdiden. İzlemediyseniz vakit kaybetmeden izleyin derim.

8 Ocak 2011 Cumartesi

Doroppu

Yapım Yılı: 2009
Süre:122 Dakika
Dil:Japonca
IMDB Puanı: 6.8 (41 Oy)
Ülke:Japonya
Tür:Komedi
Müzik:Kan Sawada
Senaryo:Hiroshi Shinagawa | Hiroshi Shinagawa
Yapımcılar:Shigeo Minakami
Oyuncular:Hiroki Narimiya,Hiro Mizushima,Yuika Motokariya,
Yusuke Kamiji,Noriko Nakagoshi,Shô Aikawa

Konu
Özel bir okulda okuyan Shinanogawa Hiroshi (Hiroki Narimiya), bir gün Be-Bop Lisesi mangasından etkilenerek bir serseri olmaya karar verir. Saçlarını kısacık kestirip kızıla boyar ve özel ortaokuldan ayrılıp devlet okuluna kaydolur. Okulun serseri lideri Iguchi Tatsuya (Hiro Mizushima)'nın dikkatini çeken Hiroshi, liderle çetin bir kavga ettikten sonra çeteye alınır.
Hikaye 1980'lerde geçiyor. Filmin üzerinde durduğu noktalar, arkadaşlık bağları ve bir insanın yaptığı tercihlerin hayatını ne şekilde etkilediği.

3 Ocak 2011 Pazartesi

(2) Türkiye'de Kore hayranı olmanın zorlukları.

 Türkiye'de Kore hayranı olmanın zorluklarını konusundaki düşüncelerimi  yazmaya devam ediyorum. İlk bölümde karşılaşılan ilk tepki ve önemini anlatmaya çalışmıştım. İnsanların Uzak Doğu'yu nasıl gördüğünü,  kafalarındaki hangi kalıba yerleştirdiklerinden  bahsetmiştik.

 Hayatlarında bir Kore filmi bile izlememiş birisinin Kore hakkında atıp tutması oldukça sinir verici bir durumdur. Onların görüşü 'Her çekik gözlü Çinli, her çekik gözlünün yaptığı film, dövüş filmidir.' Bu iki genelleme aslında insanların Uzak Doğu'ya olan bakışının en iyi ve en yalın halidir. Vaziyet ortada.. Hal böyleyken söylenecek ne olabilir ki?

 (Durumu özetleyen bir karikatür)

Tabii  bu durumda toplumu suçlamanın pek bir anlamı yok bu sonuçları (genellemeleri) ortaya çıkaran sebepleri irdelemeliyiz. Evvela bu durumun çok okumayan, araştırmayan bir toplum olmamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. Kore'yi Japonya'nın bir ili zanneden birçok arkadaşımın olması beni böyle düşünmeye itiyor.. Çok acıklı bir durum.

Uzak Doğu ile ilgilenen özellikle de Kore sineması ile ilgilenen herkes çok iyi bilir ki Uzak Doğu'nun aslında dövüş filmleri değil dramları daha ön plandadır ya da daha güzeldir diyelim. Ama bu da tıpkı ilk genelleme gibi bilinmeyen bir durum, bu ilkine göre daha kabul edilebilir.. TV'lerde gösterilen filmlerin sadece dövüş içerikli olması insanları etkiliyor.



(3) Türkiye'de Kore hayranı olmanın zorlukları.