21 Mart 2015 Cumartesi

Hoşçakal Be-Pu.

Düştüğüm yalın yollarda, yalnızlığa hep mahkumdum. Belki böyle olmasını ben istedim ancak bunun iradesini kontrol altına alamadığım zamanlar da çok oldu. Bir yolu yoktur bazen 'olmalı!' diye bağırsan da yoktur. Taşlara takılıp kalmak değildir sorun, asıl sorun o taşlarla mücadele etmekten artık yorulmaktır. Ve ben yoruldum sevgili dostum.

Kağıt kaleme küsüyor ve öylece akıp gidiyor gecenin en ücra köşesine. En zor zamanlarımda sığındığım tek limandı yazmak. Hayatla ilgili tüm acımı parmaklarıma sığdıracak kadar mükemmel bir hazzı her daim yaşadım. Bana dair her ne varsa, göz yaşlarımın gerçekliği hep gülümsemelerimden daha hakikatli oldu.

Kalem en iyi sırdaştır dostlar. Yazdığım tüm şeylerde beni 'mutsuz' bir adam olarak görenleriniz çok olmuştur, ama siz dostlarım yalnızca şöyle deyin 'bir küçük adam vardı, korkularıyla yüzleşecek kadar güçlü, yazdıklarında takılı kalacak kadar güçsüz, bir küçük adam vardı.'' Hiçbir zaman acılarımdan utanmadım ve bu yolda bunun yanlışlığını anlatacak bir düzine insana bir şeyler anlatmaya çalıştım. Ah dostlarım, mutlu bir ruhu ağlamaya ikna edemezsiniz. Eğer insan mutluluğuyla mutluysa gerçekler önünden birer birer silinir. Ve acı'ya yabancılaşır. Şunu bilmenizi isterim ki, korkunç bir kötü düşünme eğilimim vardır. Lakin hiçbir zaman, değmeyecek şeylere üzülmedim. Bir çok şey gördüm, bir çok duygu tattım ve içlerinde kendimi bulabildiğim tek yer ''kimsenin bilmediği o yollardı.''

Velhasıl artık yazmayı bırakıyorum dostlarım. Yazdıklarımdan korkuyorum artık. Onları okurken her bir satırın hayatımın gerçekleri olmasını artık kaldıramıyorum. Cümlelerime ortak olan, olmayan herkese teşekkür ediyorum. Bir çok kez bana güç verdiniz. Okudunuz, fikirlerime değer verdiniz. Ve eminim kendini hiç belli etmeden, sessiz sedasız okuyan bir çok kişi vardı. O yollarda arkama dönüp baktığımda sizleri pek tabii görüyordum.

Dostlarım hepinize teşekkür ediyorum. Hoş'kalın. Hoşçakalın.

Her rüzgar estiğinde, ben gülümsüyor olacağım.

Büyüdü Küçük Adam.
Öldü Küçük Adam.



13 Mart 2015 Cuma

Bir Küçük Adam



Haykıran bir ruhun en sakin noktasına saklanıyorsun küçük adam, ellerinle büyütemediğin bir kalbi, rüzgara teslim ediyorsun. Toz duman oluyorsun, beklenilen yollardan vazgeçiyorsun. Yüzünde açan her gülümsemeye engel olmak zor küçük adam.

Gün ışığı orada, sen perdeleri açmaktan korkuyorsun. Aydınlık her zaman ışık değildir, her karanlığın ölüm olmadığı gibi. Gerçekleşen her dileğe karşı bir düş yıkılır küçük adam, bunu en iyi sen biliyorsun. Tanımlayamadığın şeylerin karşısında durmayı bırak. Önce kendini.

Büyüdükçe küçülen bir kalbin var. Sustukça sükût edemeyen, yanaklarına düşen her kıvrıma sığamayan bir kalbin var. Ruhunda taşıdığın bir cenazen var küçük adam. Ve nicedir sürgün ettiğin kırık özlemlerin var. Geçmişin tozlu raflarından çıkar ıslak suretleri dök onları gecenin zehrine.

Düşlerin renginden çalınan bir umut var küçük adam. Bul onları! Vuslat kadar uzak bir yürek, en çok da kendine, arama küçük adam. Güzel şeyler arandığında bulunmaz. Doğruldukça bükülürsün. Sustukça konuşursun ve aldığın her nefese karanlığı sen karıştırırsın.

Öfkenin altında yanarsın, kaçıp gitmek istesen de küçük adam, fırtınaya direnen bir yaprak kadar yalnızsın. Sessizce giden bir gemiyi gören son kişisin, Hislerin her gün, içinde kaybolan satırları ölü düşlerinin yanına gömüyor. Vazgeç. Sen bir tırtılsın küçük adam.

İnsanlar, düşler, gülümsemeler ve sevdalar.. Hepsi değişiyor küçük adam. Ve hayat her tecrübeden sonra senin yaşama isteğine darbe vuruyor. Yanıldığın şeyler, bir güzel küçük kızın ağladıktan sonra gülen yüzü gibi olamadı. Küf kokan gülüşlerine bırak. 

Ellerini uzattığın her anın altında yatan çaresizliği bilen kalplerle karşılaştın. Oysa kandırılmak acıtmadı seni küçük adam, düşlediğin her anın, gerçekleşmeyen her hayalinin altında ezilmesi acıttı. Olsun, sen ağlamaktan hiç korkmadın küçük adam, korkmayacaksın.

Ellerini açtığın da rüzgarın doldurduğu bütün eksikliklerini bir buğulu cama yazıyorsun her gün, her gece.. Ve her güneşte. Bu dünyanın acımasız gerçekliği sana uymuyor küçük adam, bu yüzden sürekli oynamaktan vazgeçiyorsun.

Bir gün biri gelecek yine ve sen başını kaldıracaksın. Ve o zaman oyun yeniden başlayacak küçük adam. Mevsimlerin dibindesin, saçlarında rüzgarı dağıtan bir portre. Odanda asılı soğuk bir tavan, ellerinle asla dokunamayacağın uzak bir hatıra.

Mutluluk tam huzuru buldum dediğin anda peşi sıra uzaklaşır küçük adam, biliyorsun! Hatırlamaktan korkarım diye değiştirdiğin yollarda varacağın yer aynıydı.  Bir rüyayı her gün tekrarlamak gibi, en güzel yerinde uyanıp tekrar görürüm diye kendini kandırmak gibi.

İnsan en çok gözleri açıkken görürmüş kabusları küçük adam. Unutmaya çalıştığın anılarını örtüyorsun tozlanmasın diye ve hep aynı yerden yanıyorsun, hep aynı acıdan yakıyorsun sigaranı.. Külleri düştükçe örtüyorsun yüreğini...

Kabuk tutan her yarana terkedilen sessiz bir ev.. Saatleri katil, umutları bitap, şarkıları ölüm çalan bir ev gibi...  /sin küçük adam. Lekeli satırlarının hüzmeleri kırıyor kalemini. Dünün bulutları acısını kuşanıp da yağıyor ellerine..

Gelinemeyen yollardı biliyordun, en küçük mutlulukların da, en kötü hallerinde seninle yürüyemeyen bir ruhu taşıyordun. Pes etmişliğin dindiren bir rahatlığı vardı yüklü prangalarda. Kendine bakabildiğin en uzak yere saklanıyorsun küçük adam.

Bir yol var küçük adam o yol sadece beklemek için var. 
Sen sadece yolcusun.
 Bir yolu yok küçük adam, bir yolu yok.









17 Aralık 2014 Çarşamba

Kapansın Diye Yaralar



Teselli ediyorum içime çektiğim her dumanı, bu gece de tükeniyor nefes, bu sabah da olmuyor sabah. Islanan sokaklardan kaldırımları uyandırmadan geç diyorum kendime, mutluluk izleri siliniyor hatıralarımdan, gül geç diyorum kendime. Gülüyorum, geçmiyor.

Kabullenişlerin içinde bir saklı isyanı duyan ruhuma sağırım. Bir kez daha diyen her sese, umutları pembe bir deryaya saklayıp ulaşmamı isteyen her şeye isyanım. Bildiğim bütün gerçekleri kendime saklayıp, bir gün beraber izlenir diye beklettiğim her şeyi artık sonsuz bir tekliğe terk ediyorum.

Gözlerimi kapattığım her an ölümü yazıyorum göz kapaklarıma. Bir gün belki diye başlayan her cümlemin önünde katil oluyorum. Sızlayan her yarama, kanayan her hatırama, tozlanan her buluta, karanlığımı aydınlatan her muma... üflüyorum.

Geçmeden geçiyor takvim yaprakları, aklıma saplananları çıkartamıyorum. Gazete kağıtlarına sarıyorum hislerimi. Ne zaman gülsem her yanak kıvrımına düşüyor mutsuzluk kırıntıları.. Unutulsun diye her hecem, kapansın diye yaralar, bitmesin diye başlanılan adımlarla uzaklaşıyorum kendimden.

Sessizce çiziyorum en derinden boşluğun içine, susup da duruyorum. Yine o şarkının içinde buluyorum kendimi, ölüme yaklaşıyorum biraz daha. Esiyor bir rüzgar saçlarımın arasından kesiyor her bir yanımı, bir tarafı hep eksik anılar düşüyor eksilen ellerimden.. tutamıyorum.

Sessiz buralar gecenin hep aynı saati, küllükte unutulmuş bir sigaranın azalan dumanı gibi yavaş, yarım buralar. Renk kuşağını toplayan bir ip gözlerimin önünde karanlığa uçurulmuş gibi.. Buralar sessiz gecenin hep aynı saati, karanlığın aynı tonu, sigaranın hep aynı yeri..

Geç artık, ıslanmıyor bu mevsimde düşen sarı yapraklar. Çaresizliğin nefesinde düğüm gibi kaçamak satırlarım, Yağmur tanesini söndüren bir yaş tarumar ediyor sessizliğin öfkesini. Gülümsememe aldanıyor hep birileri...kalabalıkların içinde hiç de sorun yok gibi.

Tren sesine karışmış bir veda cümlesinin eksikliği kadar eksik, ne kadar söylesem de tamamlayamıyorum. Tüm iç çekişlerimi alıp gidiyorum buralardan. Dudaklarımı kanatıp bekliyorum bu gece de, bükülüyor bileklerim.

Uçuruma oturup anlatıyorum lügatsız öfkemi, gittiğim yerlerden dönemiyorum. Ölümün en frapan halinde boşluğun içine defalarca düşüp kalkıyorum. İçime sızan ışıklardan karanlığa kaçıyorum. Kusursuz bir cinayet bu, sözlerim ağzımın dibinde öylece kalıyor.

Ölüme götüren her bir nefesim.. Özleme ihanet gibi gülmek. Rüzgara kırılmak gibi yaşamak şimdi, bir şarkının en güzel yerinden ağlamak gibi.. Bulutlara tükürmek gibi, bir yağmuru dindirircesine ağlamak gibi..

Bir düşe bağlanmış gökkuşağı renklerinde fezaya kaçan bulutlar. Uyurken terkedilmiş gibi.. Uzaklar kadar uzak, beklenmiyordu artık kimse, isimsiz bir mezar taşı gibi...


Unutulsun diye hatıralar,
Kapansın diye yaralar,
Bitmesin diye başlanılan adımlarla,
uzaklaşıyorum kendimden.




19 Mayıs 2014 Pazartesi

Doğsun Kelebek



Rüzgarın hışırtısında kaybettiğim sevinçlerimi çekiyorum ciğerlerime. Belki de hiç bulamadığım hayallerimi dolduruyorum kalbime. Çaresizlik deryasında bir güz, düşen sarı yapraklara sığınıyorum, bir parça hüzüne bulanıyor mutluluklarım.

Pas tutmuş yanaklarıma gülmeyi öğretmiyor hayat, boş ver diyip bir nefes daha boğuyorum çıkmaz sokaklarımda. Günler doğmuyor, bir elveda ederken gündüze bir merhaba diyorum geceye. Siyah mavi hayallerimle sayfaları dolduruyorum. Biliyorum gece boğamıyor siyahı.. Harlıyorum ruhumdaki kavgayı.

Bir karanlık daha söndürüyorum göz kapaklarımda, bir çığ daha büyütüyorum sabrımın tam ortasında. Öfkemi biledim parmaklarım kanıyor, ellerimde tutamıyorum. Yanıma koyduğum hayalime açıyorum kollarımı, değmesin ellerim birbirine diye öylece duruyorum. 

Gülmüyorum, kırılıyor geceler. Mutluluğumun anahtarını bir kelebeğin eline veriyorum, yaşamak zor geliyor hoyrat bir lehimle. Bir kitap daha kapatıyorum, gömüyorum kalbime bir toz daha. Sorgusuz sualsiz dinliyorum, her suskunlukta dilimi biraz daha katlediyorum.

Gecelerim aynı, boğuk perdeler odamı gizliyor. Karanlığı eziyorum öldürdüğüm şarkılarda. Dudaklarımda keşkeler, diplerinde öfkeler salınıyor bileklerime. Ürküten mavisiyle dumandan dünler kalıyor sadece. Ben bile unutuyorum kendimi. Düşünüyorum.. Kendimden uzak bir yer arıyorum.

Bütün ışıkları kapattım, yorgunum. Bomboş bir gölgeyi yumrukluyorum, ruhuma gömüyorum bir cesedi daha. Ölülerim her yanda, her taraf kül kokuyor. Adını koyamıyorum, döktüğüm her bir göz yaşı benzer ihtiyatta, dün gibi bugün de eski tatları ciğerimin tam ortasına gömüyorum.

Satırları çiviyle mıhlı bir mevsim bulmak istiyorum, günleri olmayan. Siliyorum buğulu camlardan adımı, düştüğüm sonsuz maveralarda sırra kadem basıyorum. Öfkemin rengi kara dumana dönüyor, saatlerimde aynı curcuna zaptedemiyorum. Kangirenli bedenlerin arasında bir yer arıyorum.

Gülümsüyorum içten olmasa da, iliklerime kadar maviyi boğuyorum boğazımda. İçimin ıssızlığı yıpratıyor kelebeğimi. Üşüyorum, karanlık çöküyor. Sonbaharı doluyorum sağ omzuma, bütün gündüzlere pusu kuruyorum. Tünellerin sonunda yekten ölüm yamaçları, bugün de yaşıyorum.

N'olur öyle bakmayın bana üşüyorum!

Düşüncelerimin ortasında mahsur kaldım. Sayamadığım binlerce yalanın içinde, tek gerçeğim. Kendimi sandıklarıma gizliyorum. Bir yangın da ben atıyorum içime, sönüyorum.

Siliniyor adım buğulu camlardan...
Ben sustukça, o konuşuyor;

N'olur bakmayın öyle!
Bu yalnızlık benim değildi, her sona başlayan ben değildim. 
Umutlarım kanardı yeniden, 
Her gece biçare ağlayan ben değildim.
Söküp atamadığım hüznün kölesi,
Her yeni acıya eskisi gibi gülümseyen ben değildim.
Rüzgara, şarkılara, kendimi kendime tutsak eden,
Ben değildim.

N'olur sormayın!
Kalemi kırıkken, kalbini ağlatan,
Bir aptalı hep susturan, farkında ama kandırılmaya ihtiyacı olan,
ben değildim.

Umudu maziyle tozlandıran, güzel şeylerin sonunda hep üzülmek zorunda olan,
ben değildim.

Bu yalnızlık benim değildi.
N'olur sormayın.

Doğsun kelebek bir geceye daha, 
Ölsün bir kelebek daha geceye.

Eyvallah!






25 Mart 2014 Salı

Mavi ve Siyah



Her şeyi başlatan o şarkıyı, satırlara serpiyorum. Sırtıma yüklediğim acıların bir beden büyük gelmesini kaldıramıyorum. Sağ tarafımda koca bir şehir gülümsüyor, yağmurun altında terkediyorum bugün kendimi. Sağ tarafımda karanlığa esir sessiz bir kent, sol yanımda ölüm çığlığı.

Kaderine bırakıyorum en zor olanı: kendimi. Attığım her adıma koca bir geçmişi yüklüyorum. Sessizce siliniyor ne varsa benden. Rengi akıyor renklerin, yarı açık camlardan. Canımı yakan her şeye tutunuyorum. Hüzün savuruyor rüzgarla yaşlarımı, bir yağmur hırçınlaşıyor kirpiklerimde.. Ve yine o ıslak kristal..

Hüsranın ıslak soluğu omuzlarımda. Gün ışığına direniyor duvar saati, bir yağmur damlıyor avuçlarına. Aynaları kırıyorum düşlerimle. Gözlerimi açtığımda ölümü görüyorum.. Sonra yeniden uyuyorum.. Ayırt edemiyorum! Ölümü istiyorum.

Koridora yankılanan ayak sesleri, ses yumağının kirli bir hışırtısı var kulağımda. Bunu hak ettiğimden, bunu yaşıyorum. Ellerimi uzatıyorum Kayden saflığında, ellerime değmiyor. Bir anda büyüdüğümü farkediyorum. Alınan çocukluğumu küfrederek istiyorum hayattan.

Çaresizliğimden inanıyorum, bıraktığım kapının ardında kanlı ellerimle çiziyorum bir umudu. Boşluk kadar serpiyorum her birine, Kayden saflığında hissetmeye çalışıyorum, ellerime bakıyorum.. büyüdüğünü farkediyorum. Aldığım her nefesi, siyah bir dumanla üflüyorum.

Hüzüne bulanan mutluluklarımda can veriyorum. Ağlarken gülümsüyorum, bir yumruk daha atıyorum kendime. Kelimeleri hecelere bölüp tek tek irdeliyorum, susmaya itiliyorum. Galiba.. düşüyorum. Mutluluk kırıntısı kalan yaşlarımı kıskanıyorum.

Duvarlar yine sessiz, sukunetle dans ediyor. Her bir göz yaşına bir ceset ağırlığı sığıyor. Hayatımı en komik yerden izliyor bir şizofren. Terk ediyorum göz yaşlarımı, gözlerimdeki havuzu saklıyorum. İçimden sökemiyorum bu kaybolmuşluk hissini. Bir kez daha yön tahtamı rüzgara esir ediyorum. Bugün.. Bugün biraz daha susuyorum.

Zamanın merhameti, belkiler kadar çırılçıplak. Yatağımda başım kanıyor.. Saklıyorum. Kimsenin bilmediği bir yerleri, anısı olmayan yarınları dolduruyorum ceplerime. Yalın ayak yürüyorum, kendimden kaçıyorum, iz bırakmadan.

Zaferindir bugün siyahın, doldurduğum kadehlerin kanıdır bu gece. Savrulduğum benlerin salınışıdır, rüzgara son güvenişim, yağmura son aldanışımdır. Kırıyorum kandığım saatleri, bir nefes ağırlığında bugün terkediyorum kendimi. Özlüyorum yarınları, yanına koyduğum acılarımla üşüyorum.

Küçük bir tebessüm istiyorum ama sonunu bildiğim romanın, o son sayfasını değiştiremiyorum.

''Sen bir tırtılsın küçük adam, asla uçamayacak olan bir tırtıl.''


Galiba.. d/üşüyorum.
Mavisi kadar bu hayatın, siyahı kadar.. 
Kavuşuyorum göklere,
Öylece düşüyorum..

16 Kasım 2013 Cumartesi

Benim Adım







Benim adım yok. Yaşımı saymayı unuttum. Kendimden kaçarken tutuklu kaldım. Bir sabah uyanmayı denedim, geç kaldım. Saçlarım hep kısa, burnumun yamukluğu hayattan biraz az. Bir akşam vakti kesmişim bileklerimi hatırlamıyorum. Ölümü gördüm korkmadım sonra da vazgeçtim.

Bulamadım, içimde kaybolmak istedim. Kitaplar okudum, hayatıma denk düşen satırları çizdim. Kendimi aradım bulamadım. Sustum, şarkılarla konuştum. İç sesler yaratıp isimler verdim. Ben, sen, o. Kimseyle konuşmadım. Delirdim. Duvarlara tecavüz ettim, bitti.

Bir karanlık yol yaratıp bekledim. Yollara düştüm, kimseyi almadım. Kimse gelmedi. Bir resimden kâbusu düşürdüm, eski bir gazete sayfasında kendimi gördüm. Uyandım. Yazdım hissizleştim sonra boş verdim. Siktir et! Kararlar aldım kulaklığı çıkarana dek sürdü. Uzaklaştım ve geri dönemedim. 

Toprağı sıktım ismimi yazdım göklere. Tek kelime ekleyemedim, bozulsun istemedim. Defteri kapattım yeni sayfalar açmadım. Sonsuza uğurladım sesleri. Çıkamadım boğuldum. Renk bulutlarına teslim ettim kendimi. Yağmur ıslatmadı, ellerim katran siyahıydı.

Ağladım nefret ettim. Korktum aynaları kırdım. Küfür ettim dudaklarım kurudu. Geleceğe kör oldum. Küçük Prensin gülünü ben kopardım. Yağmura kamufle ettim bulutları. Kafamı yasladım hiçbir şey geçmedi. Uyumadım, iyi geceler tavan, bir sigara daha yaktım. Alıştım. 

Çok ağladım, rahatlamadım. Değiştirdim, değiştim, dağıttım. Kirlendim. Özledim en çok da kendimi. Bir gece yarısı sızmışım hatırlamıyorum. Son gördüklerinden iyiydim. Yapılan yanlışları unutmadım, yıllarımı kaybettim. Ben karanlığım aydınlığı ben boğdum.

Her gün trene binip o şehre gittim. Yürüdüm ilerlemedim. Durup geçmişe baktım kör oldum. Üşüdüm, soğuk çığlıklar attım buz tuttu. Kafayı yemek üzereyken düşünmeyi bıraktım. Biraz daha dedim, orada birisi yoktu. Bir şarkı mırıldandım uyan artık. 

Kimseye güvenmedim sonra. Yaptıklarım için pişman oldum, affedilmedim. Halim yok gibiydi içime attım, diazem sonrasında sakindim.

Bugün saatimi kurmayı unutmuşum. Yine bir hayal kırıklığından sonra tek başıma gülümsedim. Unutulduğumu hissettim. Gözlerimi kapattım ve kendimle çeliştim, iç çektim hıncım bitmedi. Bir yalana inanıp sonra vazgeçtim, umudu ben öldürdüm.

Ve çöküş böyle başladı. Günlerdir odamdayım, ışığı açmadım. İnsanların o yapmaz dediği her şeyi yaptım. Tiksindim. Kadehi kaldırdım, kimse yoktu. Şerefe piç kurusu! Ellerim soğuk, dudaklarım titriyor. Hile yaptım, kandırdım uykuları.

Kendimi toplamaktan yoruldum, tavırlarım duygusuzlaştı. Aynı sorulardan bıktım, sormayı bıraktım. Yürüdüm arkamdan kaçtı dediler. Bir gün gözüm açıldı, değişmişti her şey. Her yer şarapnel. Sokak lambası karanlığa direniyordu bir tek.

Metpamid sonrası yine bir yolculuk. Giden geri gelmiyordu. Bir ses ararken kulaklığı taktım yine, şarkılar tükendi. Az önce bir sessizlik daha öldü burada. Sargılarım azaldı, güçlendim. Elimdeki çakmakla güneşi yakabilirim şu an. Tabii!

Çaresizliğimi yüzüme tüküren o aynadan sonra, yüzümü hiç görmedim. Her gün ölürken ölemedim. Her gece unutmak istedim her gece! Daha çok hatırladım. Ve indi yağmur, gözyaşından sonra. Yüzümde hep o aynı ifade acıdan kalan.

Hiçbir şeyin değişmediğini gördüm. Emin olmak için gönderilen şanslar, yok olup gitmesi içinmiş sadece. Son oyunları bitmezmiş hayatın. Sonu gelmezmiş insanın. Bitirmem gereken son labirentin kapısı yokmuş. İnsan ağlamazmış bir yerden sonra. Ağlasan da rahatlamazmışsın. Ne güzel! 

Kelimelerin küfürlerine takılı kaldım. Ben hep kaldım! Uçup giden yalanlara güldüm. Ah ne de güzel küfrediyorsun hayat. Teşekkür ederim. Hissizliğin en güzel his olduğunu söyleyip durdum sonra. Hayatın o meşhur ince çizgisine hiç yaklaşamadım. Kandırılmışım kahretsin! 

Acı çekmiyorum artık. Sanırım insanlığımın son kalıntısı da terketti beni. Gitmeyen bir tek o kalmış gibi. Hoşçakal. Gelişin bile terkediş demiştim bir keresinde, hayatımda kurduğum en doğru cümle olabilir. Artık kandıramazsın beni kuralları biliyorum. Sanırım.

Kabuk tutan yaraları kanattım acım geçmedi. İşkenceyi uzatıp umut ettim, öğrendim ki en dipte bile içinden sökemediğin bir umut yeşerirmiş. Sözlerim anlamını yitirdi, yaptıklarıma karşı. Ölmek istedim sadece, sonsuz bir karanlığın içinde doğmak istedim. Anladım! Bir başlangıca değil bir sona ihtiyacım vardı.


Ve böyle bitirdi adam, gölgesine soruyordu,
Peki şimdi ben ne yapacağım?
Bir iç çekip elini götürdü cebine. 
Her gün kül bastığı ellerinin acımasına aldırış etmeden,
Son sigarasını yaktı ve belli belirsiz bir sesle,
Yeni bir hikaye başlıyor dedi,
Ciğerlerine doldurduğu son nefesle son bir şey söyledi,

''Ben büyüdüm, küçük adamı ben öldürdüm.'' 







10 Ekim 2013 Perşembe

Bugün Sana Gülüyorum Hayat




Bir gece yarısı uyanmıştım. Tek başımaydım, yağmur odamın camlarını olanca hızıyla kırbaçlıyordu.
 Yanı başımda her gün çentiklere esir ettiğim saatim. Aynaya gidip yüzümü yıkamak istemiştim.
 Gözlerimin kırmızısından tiksindim o gece. Aynada gördüğüm yüz benim değildi.
 Acizliğimi iliklerime kadar hissettim. Güçsüzlüğümü kabul etmiştim. 
O gün bir söz verdim aynadaki bitkin adama ''Ne zaman mutlu olursan bu yüzü unutma.'' 
 Mutlu olduğumda ağlıyordum, mutsuz olmamdan hiçbir farkı yoktu. Korkuyordum.
Ne zaman gülsem o yüz geliyordu aklıma.  Bir gece uyandığımda rüzgarı hissettim.
Ruhumun içindeki korkuları kurutuyordu. Rüzgarı hissettim. Şarkıları heybemden eksik etmedim.
Yağan yağmura ellerimi uzatıp rüzgarı hissettim. Korktum. Ağır geldi. Boğuldum çoğu zaman. 
 Bir gece uyandım ve rüzgarı hissettim. Gülümsüyordum. Gülümsediğimi sonradan farkettim. Yalnız değildim, içimdeki yalnızlığı teslim ettiğim rüzgar, mavi dost ve yağmur vardı.
 Gözlerimi kapattım ve ağladım. Güçlü hissettirdi.
 Gözlerimi kapadım ve gülümsedim.

İnanmak istedim, gülen çehrelere eşlik etmek yerine,
O gece de yalnız gülümsedim rüzgara, göz yaşımı sattım bulutlara. 
Bir yağmurlu akşam sabahı sırt çantamla yollara düşmüştüm, işte o gün yağmurdan tiksindim. 
Boş bir güfteydi ellerime değen damlalar. Yürüyordum sağ yanıma mavi dostu almıştım. 
O gün sonsuza kadar yürümek istedim. 
Kendime söyleyemediğim gerçekleri serip önüme, rüzgara inat daha güçlü attım adımlarımı. 
Şarkılar kaldı sadece, tüm geceye yankılanan bir şarkı kaldı elimde. 
Kimsenin bilmediği bir yerde unutulmak istedim.
O gece tiksindim insanlardan, şapkamı biraz daha eğdim.
 Şapkamı eğdim ve sadece ağladım.
Gözlerimi açtım ve gülümsedim.

Mutluluk göz yaşlarım kurumadan, hüzün tazeledi yanaklarımı.

Tek istediğim hissiz bir yaşamdı, en güzel his olduğunu biliyordum.

Selamlıyordu mavi dost, rüzgarla en dibine kasveti. 
Ruhlar yürüyordu soğuk nehrin kenarında, çığlık içinde yalvarıyordu bir ses korosu.
İdam edilen düşlerimdi, ben değil.

Bir sabah uyandığımda hasta olduğumu öğrendim.
Avucumun içinde kayan hayatımı sıkıyordum. Peş peşe ateşlediğim sigaraların elindeydim sadece.
Düşündüm elimde ne vardı, var olan tek şey kanatabileceğim yüreğimdi,
o kadar...
Kimseye anlatmadım, kimse de bilmek istemedi. Yüzler sadece yalancıydı, eller sadece itmek için.
İtildim.
İşte o zaman bir el istemiştim. Yalandan da olsa biraz sevildiğimi hissetmek istedim.
Yaşadıklarım geldi aklıma, gözlerimi kapadım.

Gözlerimi kapadım ve ağladım.
Rüzgar çarptı yüzüme ve ben gülümsedim.
'Bugün sana gülmeyeceğim hayat' demiştim ya,
Bugün sana gülüyorum hayat.





12 Ağustos 2013 Pazartesi

Sen de aç bir şarkı



Sayfalarca yazmak istiyorum bugün, ne yazdığım umrumda değil. Beynimi kasıp kavuran ama beni sakin olmaya iten bu kanlı hançerin sebebini belki bulurum diye. Susuyorum, hayır susmuyorum. Düşünmeye ihtiyacım var biraz. Ne zaman düşünsem hiç iyi şeyler olmuyor. Ne zaman böyle hissizliğe terketsem kendimi, siyahın ortasında bir ışık ararken buluyorum kendimi. Hayır bugün ağlamıyorum da, kalbim bugün terketti beni sanırım. Düşünmeyi bu yüzden sevmiyorum, ne zaman düşünsem kalbimi hissedemiyorum. Şarkılar açıyorum, melodilerin ruhuma işlemesini seyrediyorum sonra belki biraz kahve, olur ya aklıma gelirse zihnimi susturmak için film açıyorum ne olduğu umrumda değil.

Küçükken diye başlayıp daha sonra bak şimdilerde şunu başardım dediğim tek bir hikayem bile yok. Evet ben bir tek susmayı iyi beceriyorum sanırım, yanıma gelen sesleri ise karanlığımda boğup gülüyorum. İyileştiğimi sandığım zamanlar hep bir şey oluyor ve ben kaderin bana ''Hayır küçük adam hayır, henüz değil'' deyişini duymak zorunda kalıyorum. Hiç gecikmiyor benim biricik dostum, hiç terketmiyor. Karşılıksız seviyor beni.

Kaderin yumruklarımı sert yoksa ben mi hep diğer yanağını çeviren kişiyim bunu da bilmiyorum. Kendimi itip kaçtığım kaçıncı sonsuzluk bu? ''Bilmiyorum, belki, biraz, olabilir, sanırım.'' Beni ifade eden sözcükler olmalı. Bir şeyler söylüyorum belki biraz dağınık, yazdığım şeyler de oluyor. İç içe girmiş ağların çözülmesi zor olmalı, sonra uzaklaşıp okuyorum, duyuyorum kendimi. Ve korkunç olan ''bu ben değilim'' hissini yaşarken her defasında anlıyorum ki sahte olan böyle olmadığım anlar.

Yenileceğimizi bile bile boşa tükettiğimiz bir gücün acizliği belki yaşadığımız. Hayat berbat bir şey. Elbette güzel şeylerde var ama ben onları daim kılacak bir yaşam sürmüyorum. Mutluluk, kırgınlık, hüzün, güç? Bunların bir önemi yok benim düşüncemde. Mutlu olmak için uğraşmak, zayıflıktan kurtulmak için güce muhtaç duymak gülünç geliyor bana. Güç ona nereden baktığınla alakalı, bu yüzden mutsuz insan mutsuzluğu ile ölçülür. Mutluluk? Şu an dinlediğim müziği başa sarayım ben. Beni şu an bundan başka hiçbir şey daha fazla mutlu edemez.

Küçük ayrıntılar gülünçtür. Bilgece sözleri çok işitmişsinizdir. Fakat yaşamadan öğrenilmiyor çoğu şey. İyi şeylerden bahsetmek de isterdim bazen. Gözlerimin ellerimden çıkan harflerden cümleler kurarken hafızama dolan anıların beni mutlu etmesini izlemek isterdim. Ellerimden korkuyorum bazen, düşüncelerimden daha çok hem de. Bir şeyler yazdım ama gene nerdeyim bilmiyorum, sadece müziği takip ettim ben.

Sen de aç bir şarkı ve kaybolan beni bulursan gülümse sadece, otur yanıma. 
Fazlaca kahvem var.






26 Nisan 2013 Cuma

Islak Çığlık



Okuduğum satırları ıslatan bir kristal mercek, dinlediğim şarkının en anlamlı cümlesine denk geliyor. Bütün ritüelleri bozan ölü bir yaşamın ıssız insanı, değişimi sevmiyor. Güneş olsa muhtemelen zihnime tecavüz ederdi, perdenin arkasındaki kahpeliği görmek istemezdim.

Uydurulmuş hayalleri ezbere yaşayan insanlarız, çizgiler hep bir yere götürüyor. Ben takvim yapraklarını koparmasam da zaman geçiyor işte. Askıda duruyor mühürlediğim yağmurlar, dağınık cümlelerim göz kapaklarımın ardında. Kabuk tutan yaraları kanatan bir paradoks ellerim.

Her gülümseme bir riski çağırıyor. Kanayan soğuk duvarlar, küfürleri özlüyor bu gece de. Yağmur hızlanıyor, kıvrılıyor bütün gölgeler sokak lambasının yalnızlığında. O söyledikçe ben kararıyorum, uzuyor küçük adamın gölgesi.

Sisli bir geceye yakışan bekleyiş ama ritimler düşünce kalp üşüyor. Kara'lar bağlıyorum dünden kalan siyaha. Boşluğa sürüklüyorum hafif yaralı anlamları, içimde günlük öfkelerim var. Adımlarımla uyandırıyorum kaldırımları toz duman.

Rüzgar kamçılıyor intihar damlalarını ve ben camın ardında üşüyorum. Bıçak sırtı imgelerin katili düşünmeme izin vermiyor. Tüm parantezlere bir soru bırakıyorum, düşlerimi istilaya uğratıyor bir siyah mürekkep, infazını bekliyor bütün harflerim, renkler körleşiyor.

Sonsuza uğurlanıyor sesler, bir ışık el uzatıyor karanlıktan, harfleri siliyor. Tanımsız hislerin acizliği sızlıyor dilimde, çığlıklar ıslatıyor tüm sokakları. Yere değen renk bulutunun canlılığı siliniyor. Yarım kalmış sözlerimle, gece çekiyor gündüzü.

En küçük duyguyu
yaşlarıyla büyüten
kendi büyüyemeyen
küçük adam.





20 Mart 2013 Çarşamba

Öylesine




''Benim gördüğümü sen de görüyor musun?'' diye sordu ve biraz durakladı çatık kaşlı adam. Sonra bir şeyin ayrımına vardı. Bu soru için fazlasıyla yalnızdı. Yüzünde yere düşmeye hazır korkak bir gülümseme vardı.

Güldü ağlayacağını bilerek. Kalp kırıcılar vardı o güldükçe ipleri çözülen. Yüzü düştü, sessizleşti. Akıp giden beyazı, tuzlu yaşlarla kirletti. Acı kokan tüm gücünü haykırdı son gücüyle ''kirlenmemek için siyah olmak gerek.''

Yandı kalbi, kulağına düşen her ses biraz daha yaktı. Biraz daha yandı. Kırılırken gecenin sakinliği, karanlık sabitken daha da karanlıklaştı gece. Her şey değişti, artık adam kötü biri olmaya mahkum oldu. Mutluluk kırıntıları kalan yüzünü kıskanmıştı göz yaşları.

Renkler aktı yüzüne ve her defasında yıkadı onları. Karanlığa boşuna feryad ediyordu, susmak konuşmanın diğer adıydı. Zihninin en ücra köşelerini kanattı pişman bir rüzgar. Öylesine demişti, arkasına sığındığı cümle bile öylesineydi.

Esefle baktı düşde kalan nizami hayallerine, ayakları çürüdü. Kağıtları parçaladı yaşlarla. Kafasında defalarca yaraladı aynaları, kırılan ise sadece kalbi oldu. Göz kapakları kapandı uçurum öncesi, yağmura boğdu geceyi.

Belki de dolan tek şey vakitti. Provasız sözleri sıvazladı elindeki sessizliği. Birkaç tebessüm daha vardı ürkek ama kan tadını sevmiyordu. İçinde bir katilin gölgesi vardı. 'Bir gün belki' diye cümleler kuran kırık bir kalbin, sönük gülümsemesiydi belki de sadece mutluluklar. Kimsenin bilmediği bir yerde unutulmak istedi sadece.


Döndü ve şöyle dedi gölgesine; gülümse ama ayarını kaçırma, kalp kırıcılar her yerde.





16 Şubat 2013 Cumartesi

Sadece Alışıyorsun



En sevdiğin ama sözlerini hiç bilmeden mırıldanarak eşlik ettiğin şarkı misali, anlamadan seviyor insan. Sevmek mantık işi değilmiş. Sözsüz müzikleri sevmeli insan, dilediği gibi doldurmalı melodileri, kendi mutluluğuyla kendi hüznüyle.

Nefes alamayacak kadar kalbin ağırır ya bazen. Gitmek istersin ayakların bile düşman kesilir sana. Olduğun yerde istemediklerinle yaşamayı öğretir sana hayat, önce nefret etmeyi öğretir sonra alışmayı. Hırçın bir burukluk hissi kaplar sonra tüm bedenini, artık bir şeylerin önemi de kalmaz hem. Hareket ettikçe bataklığı özlersin üstelik.

Kimsenin bilmediği izbe bir evin küçük penceresinden hayata bakıp kasvetin içinde duran merhaba'larının mutluluğuna üzülürsün, biz' kelimesi acımasız tek'liğine bürünür, anılar artık sahipsiz kalır. Anıların artık bir adı olur; elveda.

Ölü düşlere siyah bulutlar yollarsın, satırlar ıslanmaya başlıyor sonra bilirsin. Giden son trenin arkasından bırakırsın göz yaşlarını. Sessizlik sıvazlarken sözlerini, rüzgar fısıldar kulaklarına hüznü. Dilde kan tadı var, bastırılarak yazılan sayfaların izi sakinleşmiyor.

Küçük bir hatıranın peşinde dolanır gece, puslu bir geleceğin içine haykırır umut şarkılarını. Süzülür boşluğa olanca hızıyla anıların kiri. Sertleşen her dalgada daha da alevlense de düşüncelerin, soğuktan buz tutan çehreni çözemez. 

Karanlığa alışırsan senin aydınlığın o olur artık. Gözlerinin kamaşması mutluluktan değil, sadece alışıyorsun. Tüm gücünle yarattığın bir mumun ışığı sana yetiyor. Kapının ardındaki güneşe aldanıp kapıyı açarken onun yarattığı rüzgar ile sana ait olan her şeyi söndürüyorsun.

Bir sen daha umudun olan güneşte eriyor. Şimdi ayakların da düşman sana, önce nefret edeceksin kendinden sonra alışacaksın. Çırpındıkça daha da batacaksın. İsyan etmeyi öğreneceksin, sonra susmanın değerini anlayacaksın. Daha fazla susacaksın. 

                                                                                                         Susarak isyan edeceksin; sessizliğe.



.